“Benim hala umudum var”

Sabahları bizim ev gerçekten yorucu. Üç çocukla güne kısa sürede hazırlanmak, birbirlerinin ayaklarına basmadan kişisel işlerini halledebilmelerini sağlamak, yorgun olanı desteklemek, fazla enerjik olanı sakinleştirmek, gergin olanı yumuşatmak… Bunların hepsi kırk beş dakikaya sığıyor. O esnada anne baba kendini hazırlamaya çalışıyor, çocukların yemekleri paketleniyor ve vs vs. Şimdilerde bu karede Mimu’nun da yeri var. O da uyanacak, giyinecek ve servise teslim edilecek. Tahmin edersiniz ki, her şey her zaman yumuşak ilerlemiyor. Kimi zaman direniyor Mimu: Beni anne indirsin servise. Ben sadece annenin elini tutacağım. Bu sabah, yeni bir mucizecik oldu. Servis gelmek üzere, baba dedi ki ‘Haydi Mimu, çıkmalıyız. Ve anne değil ben indiriyorum seni, çünkü o ablanın saçını yapacak.’ Tamam babacım, fark etmez. Gidelim, dedi Mimu.

Ufacık bir cümle değil mi? Bunun üzerine de yazı yazılır mı? Hem de nasıl yazılır. Ben bu cümlenin arkasında neler neler görüyorum, biliyor musunuz?

  • Güven; aile olmaya dair.
  • Huzur; iç dengelerinin oturduğuna dair.
  • Uyum; çevresinde olup bitenlere dair.

mimuanneBu üç duygu yerleşsin diye çabalıyoruz, iki yıldır. Akıntıyı arkamıza almışız gibi hissetmeye başlamam ise çok yenidir. Ara ara bahsediyorum, yuvada büyümüş bir küçüğün ne gibi eksikleri olabiliyor hayata dair, neler önünde bir set gibi bekliyor. Bunları ne tek başına aşabilir, ne de sadece bizim desteğimizle. Gelişimsel açıdan her şey yolunda gözükse bile, içinde ona engel olan öyle çok duygu var ki, bunları cımbızla tek tek bulup, çıkarıp atmak gerekiyor.

Biyolojik olarak dört, fiziksel olarak beş, duygusal ve dilsel olarak üç yaşında sanki Mimu. Bir küçük çocuğun bu uçlar arasında gidip gelmesi bile onu dengelerini sarsmaya yeter. Yaşamının ilk iki yılında iletişim hakkını neredeyse hiç kullanamamış. De ve Do’ya doğdukları aydan beri kitap okudum ben, ninni söyledim, masal anlattım, yolda giderken her bir rengi, böceği, çiçeği tarif ettim. Onlarla yıllarca göz göze iletişim kurdum. Mimu’nun bundan yoksun büyümüş olduğunu düşündükçe, dilinin neden geriden geldiğini çok daha iyi anlıyorum. Bu boşluğu emniyetle geçebileceği bir köprü inşa ediyoruz el birliğiyle (dünya tatlısı bir dil terapistimiz var, desteği büyük). Son günlerde Mimu değil haftalar, günler bazında yol kat ediyor. Her gün kelime dağarcığına bir ekleme yapıyor ve kendisiyle gurur duyuyor. Biz de öyle!

Dil ne kadar geriden gelirse, duygular içeride o kadar sıkışıyor. Ve kızgınlığını, hüsranını, üzüntüsünü ifade ederken araçsız kaldığından bedensel tepkiler veriyor. Bizi anne baba olarak en çok zorlayan şey bu sanırım. Vurmak, ittirmek, tekme atmak, bağırmak… De ve Do küçükken yaşamadığımız şeylerdi, bu tepkiler karşısında acemi kaldık. Haftalar, aylar bu ifade biçimini çözmeye çalışmakla geçti. Konuştum, anlattım, sarıldım, uyardım. Ve başarılı olduğumuzu sandığımız bir dönem oldu. Ta ki, Mimu fiziken güçlendiğini fark ettiği ana dek… O zaman anladık ki, edinilmiş alışkanlıklar küçük bedeninde bir sarkaç gibi salınıyor. Yani, gidiyor ve geri geliyor. Esas yapmam gereken bu salınımı hafifletmek.

Mimu kendini ifade edebildikçe, pes etmesi gerekmediğini daha çok anlamaya başladı. ‘Ben yapamam, ben başaramam’lar yerini ‘yapacağım’lara bırakmaya başladı. Ani kızgınlıklar, hüsranla gelen tepkiler yerini odasına gidip ağlamaya (bir duygudan dolayı ağlamak bile öğreniliyormuş, biliyor musunuz?) bırakıyor. Ağlayarak sakinleşebiliyor. Yaptığı yanlışı kendi başına hissedip, gelip sarılabiliyor artık. Zaten ancak o zaman, ona söylediklerim bir açık kanal bulabiliyor.

Tüm bunlar olurken elbette izole bir hayat sürmüyoruz. Aslında biraz da bu yüzden, zorluklar bir süreliğine katmerlendi. De ve Do’nun alıştıkları bir düzen var, Mimu’nun gelgitleri en çok onları etkiledi. Ara ara sevgi ve çaresizlik hislerini bir arada yaşadılar, hala da zaman zaman yaşıyorlar. Mimu’yu çok seviyorlar, evet. Ama onun öğrenme yolunda yaşadığı bu iç savaşlardan nasıl etkilendiklerini de gözlemleyebiliyorum. Onları korumanın tek yolu duygusal anlamda güçlendirmek. Anlatıyorum zaman zaman, çünkü artık dinleyerek de öğrenebilecek yaştalar:

– Hayat bizi zorladığında, neyi neden yaptığımızı düşünmek iyi gelir De, Do. Biz büyük bir aile olmayı seçtik. Mimu’nun önünü açmayı, onun bu hayatta mutlu ve başarılı bir insan olabilmesine destek olmayı seçtik. Sizlerin abi, abla olmanızı seçtik. Biliyoruz ki, daha iyi bir abisi ve ablası olamazdı. Yani sadece onu hayatımıza katmayı seçmedik, sizin de güzel özelliklerinizi ortaya çıkartmanızı seçtik.

Çocukların yaşamlarındaki en büyük kişisel alanları oyun. Oyun onları iç dünyalarına açılan bir kapı, dış dünyaya adım atmalarına olanak sunan bir eşik. De ve Do küçükken onlarla uzun saatler oynardım, hayallerimiz bizi nereye götürürse… Daha gençtim elbette :-), fiziksel enerjim daha fazla idi. Mimu için elimden geleni yaptığımı düşünüyordum. Benim pilim bittiğinde abi ve ablanın eksiklerimi tamamladığını düşünüyordum. Ama yetmiyormuş. Ya da daha doğrusu, oyun aracılığıyla ona ulaştırmamız gereken başka kazanımlar da varmmimukosarış aslında.

Yaz başlarıydı. Hallettik, aştık dediğimiz reaksiyonlar birer birer ve daha da sert biçimde geri geliyordu. Sanki Mimu tüm sınırlarımızı zorluyordu: Şimdi vuracağım, şimdi ittireceğim, şimdi avazım çıktığı kadar bağıracağım, ve izleyeceğim; annem ve babam beni seviyor mu, beni bırakırlar mı? Yoksa beni her halimle kabul edecekler mi? Biz anne baba olarak, büyüttüğümüz diğer çocuklarımız için sevgi-otorite arası nasıl bir denge yakalamışsak o güne dek, Mimu için de aynısını denedik. Olmadı. Hep bahsediyorum. Duvara çarptık. Sanki karşımızda, içine kocaman adam kaçmış bir çocuk vardı. Ve bizi en üst sınırımıza dek sınıyordu. Belki de kendini sınıyordu. Pedagogumuzun kapısını çaldık. Dinledik, konuştuk. Dinledikçe Mimu’yu daha da çok anladık; bebeklikten çocukluğa geçerken yaşayamadığı eşiklerden geçiyor ve korkuyordu. Terk edilmekten korkuyordu. En sevdiği insanların onu sevmemesinden korkuyordu. Bebekliğinde ona sunulamayan tüm sevgileri yakalamaya çalışıyor ama elinden kaçıp gidecek sanıyordu. Pedagogumuzu dinledikçe anladım ki, yolumuz uzun. Ama çözeceğiz. Çünkü her zorluğun çözümü var. Ve bu çözüm yine oyunun içinde. Oyun terapisine başladık. Orada Mimu yeniden bebek olabiliyor. Değerli olduğunu hissediyor. Biricik olduğunu ve tüm biricik yavrular gibi vazgeçilmez olduğunu hissediyor. Korkularından arındıkça gevşiyor.

Bunları neden anlatıyorum, biliyor musunuz? Anlattıkça daha iyi hissediyorum bir yandan. Annesiz ve babasız, ailesiz büyümek bir küçük çocuk için ne kadar ağır bir yük, bunu paylaşayım istiyorum. Bunu bilelim.

‘Bilmek yetmez, elimi uzatayım’ diyenleriniz var aranızda. Duyuyorum. Onlara ulaşmak istiyorum bir yandan. Engebeleri de bilin istiyorum. Bilin ki, güçlü olun, pes etmeyin istiyorum. Pes etmeyelim. Etmeyelim ki, her bir biricik yavru, biricik olduğunu bilerek büyüsün.

koruyucu aile içinde yayınlandı | 8 Yorum

Üzülmek ve Şükretmek

Facebook’ta takip ettiğim bir sayfa var. Dünyanın bir başka ucunda sadece insan profilleri fotoğraflayarak başladığı bir yolculukta bugün milyonlarca insan tarafından takip ediliyor. Humans of New York (HONY). Olduğu gibi fotoğraflıyor insanları, onlar da hikayelerini eğer istiyorlarsa, paylaşıyorlar. İşte bu ‘olduğu gibi’lik dokunuyor insana. Bir başkasını merak ettiğimiz için okumuyoruz, sadece kalbimize dokunduğu için okuyoruz.

HONY son birkaç haftadır çocuk kanseri için bir bağış kampanyası yürütüyor, hastanelerle ortaklaşa. Mucizeler, acılar, çaresizlikler, cesaret, büyük kalpler, savaşçılar… Hepsi orada. Hepsi bir hastanenin koridorlarında.

Bu sabah sayfada Max’in annesini okudum. Çok üzüldüm. Zaten bir anne olarak, anlamak için empati kurmamız bile gerekmiyor. Acı öyle bir şey ki, karşı tarafa dümdüz geçiyor. O saatten beri aklımın bir köşesi, Max’te ve Max gibi tüm çocuklarda. Doğanın bir adaletsizliği var, nedenini sorgulayamıyoruz. Öyle. Başa çıkmaya çalışıyoruz. Bazen o kadar büyük ki adaletsizlik, çaresizce kabul ediyoruz. Max’in annesi gibi.

Bunları üzülelim diye yazmadım aslında. İçimde tutmak istemiyorum, o doğrudur. Ama bir yandan da, istedim ki; şükredelim. Seçerek ya da kendiliğinden, neyi kabul etmişsek yaşamımızda; ona, onlara şükredelim.

Çocuğumuz şişman mı? Çok mu hareketli, ya da biraz geriden mi geliyor yaşıtlarına göre? Bir zorluğu mu var onu diğerlerinden ayıran? Olsun. Şükredin. Şükretmek de bir farkındalık aslında. Var olduklarına dair bir farkındalık. Eğer yapabileceklerimiz varsa, zaten bir anne olarak peşini hiç bırakmıyoruz. Son birkaç ayda öyle annelerle tanıştım ki, yine emin oldum: Kadınlar hep savaşçı, hep yapıcı, inşa edici, hep güçlü. Geriye değil, ileriye bakıyorlar.

Mesela Elif Ada’nın Annesi Duygu, (Elif Ada’nın annesi)

Mesela otizmli bir kızı olan Sezen, (Sezen’in konuşması)

Mesela down sendromlu bir oğlu olan arkadaşım Arzu,

Mesela otizmli bir kızı olan İlksen, (İlksen’in konuşması)

Mesela Asel’in annesi, (instagram’da @bir_annenin_otizm_gunlugu)

Mesela bekar anne olan Nur, (Nur’un konuşması)

Mesela bekar anne olan kız kardeşim Ekin.

Ve eminim daha niceleri…

aö

Üzülmek ve şükretmek. Hayatın bize sunduğu zorluklara rağmen ilerleyebilmek için bazen her iki duyguya da ihtiyacımız oluyor. Bir gün geliyor ki, üzülüyoruz. Zaman zaman çok derinden hem de. Ve sonra gün geliyor, şükrediyoruz… Çünkü ilerlemek için daima bir güzel nedene ihtiyacımız var.

Yanı başımızda o güzel neden çoğu zaman, görüyorsunuz değil mi?

koruyucu aile içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Anneler Konuşuyor

 Bu bir etkinlik haberi. Blogumla katıldığım ilk etkinlik. Konuşmacı her annenin ilham verebilecek bir hikayesi var. Ve bu hikayeleri paylaşmaya hazırlar. Ben de  öyle.

Aşağıdaki linke tıklayarak kaydolabilir, siz de öykülere kulak verebilirsiniz. 9 Nisan’da Bahçeşehir Üniversitesi’ndeyiz. Gelin…

http://www.philipsannelerkonusuyor.com/(S(cpq5qz54i4wc4jjivllfj0oy))/Site/MobileIndex

genel içinde yayınlandı | 2 Yorum

Koruyucu annenin diyecekleri…

Bu yaşamda beni su üzerinde tutan bir güç varsa eğer o da, öğrenmek. İyi ya da kötü ne ile karşı karşıya kalırsam beynim, kalbim öğrenmeyi seçiyor. O yüzdendir ki ailemle, De, Do ve Mimu’yla ilgili hikayeler okuyorsunuz bu blogda. Ne öğreniyorsa kalbim, paylaşmak istiyor. İstiyorum ki, bir başkası daha sorusuna cevap bulsun. Takıldığı bir engel varsa önünde, üzerinden geçebilsin.

Mimu ile buluşalı bir yılı geçti. Artık aile dengelerimiz yerini buldu. Yani içe dönük olan konsantrasyonum yavaştan dışa açılıyor. Son zamanlarda koruyucu ailelik kavramı ve pratikleri üzerine daha çok düşünüyorum. Her ailenin itici gücü başka, bunu biliyorum. Ama birkaç başlık var ki, bence hepimizin üzerine kafa yorması gerekli. Yabancı kaynakları okuduğumda da benzer konular görüyorum. Öyle ise ben yazayım, düşünmesi sizlere kalsın.

Bu bebekler, çocuklar ‘şanslı’ değiller. Biliyorum, birçoğunuz karşılaştığımızda bunu iyi niyetle söylüyorsunuz: Ah çok şanslı Mimu. Hayır, değil (iç sesim: ‘biz’ şanslıyız aslında..). O ve arkadaşları bu dünyaya bir-sıfır geride başladı. Hepsinin öyle ya da böyle uzak kaldığı duygular, bilemediği kavramlar var yaşamlarında. Belki bizimle birlikte birçoğunu DEV adımları ile kazanmaya çalışıyorlar. Ama unutmayın, bu bir şans değil. Bu bir var olma gayreti. Koruyucu aileliğin temelinde bu var olma gayretine el uzatmak yer alıyor. Biz onların bu hayattaki elleriyiz. Tutunamadıkları, erişemedikleri dallara yetişmelerine yardımcı olacak elleriyiz.

Lütfen onların yanında, onlar yokmuş gibi konuşmayın. Yaşları küçük olabilir ama tıpkı sizin çocuklarınız gibiler. Akıllılar, algıları açık. Hatta inanın belki normal bir aile hayatında yetişmiş bir çocuktan çok daha açık. Merak ettiğiniz sorular olabilir, çok doğal. Sormadan önce iki kere düşünün. Bu anne tam da bu anda bu soruya cevap vermek ister mi? -Nerede kalmış daha önce? Çocukların zihinlerindeki yansımayı düşünün; Nerede mi kaldım, benim evim burası değil mi? -Ailesi var mıymış, görüşüyorlar mı? Ailem yok mu, var işte, yanımda ya… -Hatırlıyor mu şunu/bunu/yuvayı? Şu/Bu? Onlar da kim? -Söyleyecek misiniz? Üstü kapalı sormuş da olsanız merak ettiğiniz soruların cevapları basit değil. Ve aslında onların ruh sağlığından daha kıymetli değil. Bunu unutmayalım.

Anne-babalık yöntemlerimizi çabucak yargılamayın. Her şey göründüğü gibi değil. Ya da maalesef alışık olduğunuz gibi değil. Birçok miniğin yaşlarına ve yaşadıkları şartlara bağlı olarak, getirdiği alışkanlıkları var. Ve bu alışkanlıkların bir kısmı standart aile yaşantılarımıza o kadar çabuk uyum sağlayamıyor. Ve biz anne-babaları olarak onlara bir yandan yeni şeyler öğretmeye çalışırken bir yandan da bir güven bağı kurmaya çalışıyoruz. O güven olmadan hiçbir şey olmuyor aslında. Ne yaparsa yapsın, nasıl hissederse hissetsin o miniğin DAİMA yanında olacağımıza dair bir güven bu. Biyolojik çocuklarımızın nefes alır gibi otomatik olarak içine çektiği bu güveni miniğimize önce damla damla veriyoruz. Ve sonra nefes almanın kendiliğinden olduğunu öğretir gibi öğretmemiz gerekiyor. Hiç kolay değil. O kadar gel-gitli bir yol ki bu.

Belki arkadaşlarım, yakın çevrem şaşırıyor olabilir. De ve Do için kurguladığım daha kuralcı (her zaman içinde sevgiyi koşulsuz barındıran bir otorite elbette) gözüken anneliğimi Mimu için daha geniş tutuyor gözükebilirim. Evet, öyle. Ama böyle olması gerektiği için öyle. Küçük oğlumuz bana, babasına bağlılığını sağlamlaştırdıkça aile kurallarımızı, aile olmanın tatlarını almaya başladı.

‘Biz’ler yüce insanlar değiliz. Gayet normaliz. Aslında çok teşekkür ediyorum şimdi buradan. Bu yola çıktığımızda etrafımızdaki her bir arkadaşımız, tanıdığımız bize sevgilerini, en güzel dileklerini, hatta takdirlerini iletti. Bu güzel dilekler büyük bir destek. Hepsinin kalbimde ayrı yeri var. İnanın bu bir yücelik değil, sadece bir seçim. Ve her seçim gibi kendi zorluklarını barındırıyor. Ne denli okursak, araştırırsak araştıralım aslında aniden bilmediğimiz bir yola giriyoruz, hem de ailemizin tüm fertleri ile. Ve kapılar kapandığında kendimizle baş başayız. Öğreniyoruz gün be gün, evet. Aynı yoldan yürüyenlere soruyoruz. Anlık keşfettiğimiz çözümlerle hareket ediyoruz. Daha önceki ebeveyn tecrübelerimizle cevaplar bulmaya çalışıyoruz. Okuyoruz. Ama aslında yalnızız. O yüzden tüm güzel takdirlerinizin ardında, bizimle aynı yolu seçin ya da seçmeyin, koruyucu ailelerin yaşadığı badirelere açık olmanızı diliyorum.

Son söz… Koruyucu anne baba olmak harika. Bir miniğin MUTLU büyüdüğünü görmekten daha tatmin edici hiçbir duygu bilmiyorum. Mimu’nun her bir yeni keşfinde sanki az gecikmiş de olsa, kendinden emin yürümeye başlayan yavrusuna bakan bir anne-baba gibi eşimle göz göze geliyoruz. Onun adına sonsuz gurur duyuyor ve büyük bir aile olmanın tadını her geçen gün daha çok çıkarıyoruz.

kafadarlarım

genel içinde yayınlandı | 8 Yorum

Aydede ve yıldızlar

Oğlum yıldızları seviyor. Ve aydedeyi. Karanlık çöktüğünde camdan bakıp arıyor sevdiklerini. Bazen diyorum ki, bugün hava kapalı Mimu, yıldızlar bize göz kırpmıyor. Ya da, Aydede gizlenmiş bu gece, bulutların arkasına. Ama sen uyusan bile orada olacak, merak etme.

Twinkle twinkle little star’ı izliyoruz sık sık: Bir küçük baykuş elinden tutuyor yıldızın, gökte uçuyorlar. Eğer Mimu o gece biraz gerginse, biraz kızgınsa birşeylere, hemen rahatlıyor. O güzel sesiyle şarkıyı mırıldanıyor, kendince.

İşte böyle anlar aklıma geliverince, düşünüyorum. Aslında sevdiklerimize organik bir bağla tutunmamız gerekmiyor. O bağ gizli. Ama var. Ben biliyorum, o biliyor. Bu da yetiyor sevgimizin hayat bulmasına, yeşermesine.

Kaybetmekten korkmuyor musunuz, diye soruyorlar bana. Yollarınız ya ayrılırsa bir gün, ya gitmesi gerekirse? Korku insana ait bir duygu, elbette korkarım bu ihtimal karşısında. Ama tıpkı aydede gibi, araya bulut da girse ben oradayım Mimu için. Hep olacağım. Hep olacağız. Onun bir aileye ihtiyacı vardı. Ve oldu. Artık yalnız değil. Hayatında ona ninni söyleyen bir aydedesi, sıkıldığında göz kırpan yıldızları var.

Öğrenmenin yaşı yokmuş. Ben Mimu ile bambaşka bir anneliğin var olduğunu öğrendim: Korkularıma rağmen adım atabileceğimi, uyuyan bir miniğe ninni söylerken hep onun için orada olacağıma söz verebileceğimi, bu sözümü karanlık gecelerde dahi tutabilmeyi dilemeyi… Öğrendim. Kimbilir daha neler neler öğreneceğim onunla birlikte. İşte bu yüzden mırıldanmaya devam:

Twinkle twinkle little star, how i wonder where you are…

twinkle

genel içinde yayınlandı | 4 Yorum

Bal Kabı

Gençken bir kedim vardı; Limon. Çılgın ama ürkek bir şeydi. Bebekken bir türlü vazgeçemediği tek şey sofradan ve hatta buzdolabından yiyecek aşırmak ve bulduğu yerde mideye indirmekti. Hiç unutmam, bir gün işten döndüğümde onu su kabının başında sağa sola sallanırken bulmuştum. Şöyle bir yüzüne baktığımda ne göreyim! Yüzü gözü muhallebi içinde. Sen buzdolabını aç, rafa tırman, henüz hiç dokunulmamış olan çikolatalı muhallebiye dal ve yiyebildiğin kadar ye. Eh… Sonrasında tabi öyle bir şişmiş ki, su bile içemez hale gelmiş. Bugün birden aklıma geliverdi. Gülümsedim.

Sabah koşturmamız evlere şenlik. Üç çocuklu ev hali… Çocuklar uyandırılacak, kahvaltılar edilecek, öğle yemekleri paketlenecek, bale öğrencisinin saçları örülecek, sporcuya çanta hatırlatması yapılacak ve farklı adreslere teslim için yola çıkılacak. Bu esnada anne baba da işe gitmek için arada ne kadar hazırlık yapabilirse o kadar.

Yine o sabahlardan biriydi bugün. Hazırlıkları biten Mimu’ya haydi sen biraz oyna, demiş ve içeride başka işleri toparlıyorum. Salon pek sessiz. Böyle anlarda muhakkak bizi bir sürpriz bekler ama, ne yalan söyleyeyim gidip bakamadım.

Tam kapıdan çıkabilecek hale geldiğimizde Mimu ekşi bir suratla:

– Ay kaynım ayyıyo anne…

– Hayda, ne oldu ki şimdi, gel bir bakayım sana.

– Mimu! Bu tshirtin hali ne böyle, her taraf bal!

Yüzünde geniş bir gülümseme, akıllı ve yaramaz gözlerde anlık bir parlama. Küçük ayıcık kaşla göz arasında sofradaki bal kabına dalmış, yiyebileceği kadarını yemiş ve üst baş batmış.

sofralarBu ruh hali belli bir yaşa dek yuvalarda büyüyen çocukların neredeyse hepsinde var; sofradaki yiyeceklerin biteceğine dair bir endişe, bu endişenin verdiği dürtü ile bulduğunu anında ağzına atma telaşı. Oğlumuz ilk zamanlarda her akşam yemeğinde bu endişeyi yaşıyordu. Sofrada bir kavga kıyamet. Tencerelerin hepsini görmek istiyordu; aç o kapağı! Onda ne var? Ya bunda? Bitti mi? Ben de yiycem. Sen az ye, bana çok koy. Hepsinden koy!

Her şeyin aslında hepimize yetebileceğini anlatmak zaman aldı. Bir süreliğine, yemekleri mutfakta koyduk tabaklara, hepimize azar azar. İnce ince işledik: Sofra bir keyif alanı, ailemizin bir araya geldiği bir buluşma. Kavgasız gürültüsüz, korkusuz yemek yediğimiz; sadece bedenimizin değil, ruhumuzun da doyduğu bir yer. Mimu’da çok yol kat ettik elbette. Hala arada bir, böylesi sevimli ama bir yanıyla da kırılgan anlar yaşıyoruz. Tatlı tatlı gülümsüyoruz ama ardında yer alan duyguyu hiç es geçmiyoruz.

Tüm çocuklar en temel hakları olan doyma haklarını korusun. Karınlar her durumda doyar da, esas ruhları doysun…

genel içinde yayınlandı | 2 Yorum

Koruyucu ailelik, sorular sorular…

Genelde hep duygularım üzerine yazmayı sevsem de, son dönemde öyle güzel telefonlar, mailler alıyorum ki, böyle bir bilgilendirme yazısı iyi olacak diye düşündüm.

Neden koruyucu aile olduk? Çünkü biz ailemizi büyütmeyi istedik. İkizlerimiz artık büyümüş ve bir başka bebek doğurma ihtimalim yaş olarak düşmüşken sevebileceğimiz bir başka can bir yerlerde bizi bekliyordur diye düşündük.

Neden evlat edinme değil de, koruyucu ailelik? Çok da ince bir düşünme sürecine tabi tutmadık aslında kendimizi. İki biyolojik çocuğu olup da kırk yaşını geçmişken evlat edinebilmemiz çok daha uzun sürecekti muhtemelen. Oysa bir yaştan sonra insan beklemenin de anlamlı olmadığını öğreniyor. Harekete geçmek en iyisi idi. Öyle de yaptık. Hem arzumuz kağıt üzerinde bize ait olması değildi, kalben bize ait olması yeterli diye düşündük. Öyle de oluyor, hiç tereddüt etmeyin.

Hukuken temel ayırım şu; çocuğunuz evlat edindiğinizde sizin nüfusunuzda oluyor. Koruyucu ailelikte böyle değil. Bu çocuklar evlat edinilebilme statüsünde olmayan ama bir sebepten dolayı kurumda büyümeleri gereken çocuklar. Yani bir sebepten ötürü koruma altında oluyorlar. Öyle ya da böyle, devlet kurumlarında büyümekten başka şansları olmuyor. Aile yaşamı işte bu nedenle en kıymetlisi.

Süreç nasıl ilerliyor? Başvurumuzu yapmadan önce bir ön görüşme yaptık. O görüşmede evrakları alıyorsunuz ve bir ay içinde tamamlayarak başvurunuzu yapmanız bekleniyor. O süreçte belki de en kritik olanı varsa çocuklarınıza durumu iyi aktarmak. Çünkü eğer yaşları büyükse sizden istenen her belgeyi onlar adına da hazırlamanız isteniyor. Ve bunların içinde kan tahlilleri, psikiyatrik değerlendirme vs de var. Hastaneler genellikle evlat edinme sürecine dair bir kontrole alışık. Oysa koruyucu ailelikte istenen evraklar daha az, bunu sağlık merkezine doğru aktarırsanız bazı bürokratik zorlukları hafifletmiş olursunuz.

Evrakları teslim ettikten sonra kurum bir ev ziyareti yapıyor. Uzmanınız evinizin fiziksel uygunluğunu, aile düzeninizi yerinde inceliyor. Sizinle anne baba olarak sohbet ediyor. Eğer çocuklarınız büyükse onlarla da birebir laflıyor.

Bir sonraki aşama kurumda karşılıklı görüşme. Bu kısımda belki sizin bile aklınıza gelmemiş sorularla karşılaşabilirsiniz; rahat olun. Aslında amaç kararınızdaki kararlılığınızı görmek, olası sıkıntılara hazır olup olmadığınızı yorumlamak. Koruyucu ailelik evlat edinmek gibi bir yol değil. Bunun ayırımında olup olmadığınızı bir kez daha sorgulayabilirler. Aslında konunun özünde çocuğun faydası var. Bunu hiç akıldan çıkarmamalı. Elbette bu adımı ailemizi büyütmek için atıyoruz ama temelde ailesi olmayan bir yavruya bir yuva açılacak, kurum bu noktayı gözetmemizi istiyor. Haklı da.

Bu aşamayı geçtikten sonrası… Beklemek. Beklenti ve taleplerinize, ailenize uygun bir küçüğün bulunması için beklemek. Bizim başvurumuzun kabulünden sonra oğlumuzla buluşmamız üç ayımızı aldı. Belki de en yavaş geçen süre bu. Midemde kelebeklerle geçirdim ben bu üç ayı (bu yazıdan okuyabilirsiniz).

Minikadamla buluşmamız… Bir kış günü uzmanımızdan telefon geldi: Böyle bir yavrumuz var, görmek istiyor musunuz diye. Hemen, dedik, en kısa sürede gelelim. Yuvada büyüyen bir minikti oğlumuz, henüz iki buçuk yaşında. Bir küçük kitap aldım ona, tanışmamızı kolaylaştırmak için. Ertesi günü koşar adım yaşadığı yere gittik. Ürkek ürkek oturuyordu koltukta, belki o bizden bile tecrübeli idi bu buluşmalara. Bir saat kadar yanında kaldık; birlikte bir bağ kurabildik sanırım. Öyle bir saat ki bu, taş gibi ağır. İnsanın kalbinde binlerce tereddüt, heyecan, istek hepsi birbirine giriyor. Minikadam için de öyle olsa gerek. Küçücük yaşına rağmen anlıyor ki, bir başka durum var ortada. Böyle bir anın aslında kararı olmuyor. Sadece duygusu oluyor. O an hem kendimiz, ailemiz hem de bir küçük can için karar vermeye çalışıyorsun; sevecek miyim koşulsuzca, alışacak mıyız birbirimize, çocuklarımız kabul edecek mi herşeyi olduğu gibi… Hani sanki neredeyse bir yıldır hazırlanan biz değilmişiz gibi bir şaşkınlık hali geliyor insanın üzerine. Bir işaret arıyorsun, bağlanabileceğimize dair bir işaret. Ben o kararı tam ayrılırken verdim sanırım. Kitabı götürmek ister misin evine dedim? Hayır, dedi. Ayrıldık. O oyun ablası ile elele yürürken ardından bakıyordum. Bir baktım ki elimde kitabı kalmış. Mimuuu diye seslendim, döndü baktı. Bak, dedim, elimde bu kaldı. Almayacak mısın? Bana doğru öyle bir koştu ki. Tamam dedim. Annesi benim.

Tanışmamızdan hemen sonra kurum bize soruyor; bağlanma sürecine geçmek istiyor musunuz, diye. Evet derseniz bir haftaya yakın bir süre annesi olarak her gün yuvaya gidiyorsunuz. Küçüğün ortamında onunla zaman geçiriyor, bakımına destek oluyorsunuz. Sizi güvenebileceği bir insan olarak görebilmesi için bir zaman gerekli. İnanın bu güven iki gün bile geçmeden inşa olmaya başlıyor. Sevginin gücü hakikaten çok büyük. Biz üçüncü günde baba, abi ve abla ile buluşturduk minikadamı. Süreç içinde iki tane zor günüm varsa eğer benim için ilki bu idi. Bir yandan biyolojik çocuklarınızı koruma hissiniz, onların gözündeki bir küçük kırgınlığa bile takılmanız; bir yandan küçük yavrunuzu aileye dahil etme gayretleriniz. Baba ile bağ en son kurulanı. Çocuklar bir şekilde daha kolay ilişkileniyor da, küçüğün hiç tanımadığı erkek figürüne alışmasının zaman alacağını daha o an fark ediyorsunuz.

Eve geliş ve sonrası nasıl ilerliyor? Bir hafta dolmadan tamam dediler, Mimu artık sizinle. Koşar adım gittik evine; zaten bir kendisi var. Eşyası, oyuncağı, sevdiği özel bir nesne, hiçbirisi yok. Herşeyi ortak olan bir yaşamdan bireysel yaşama geçiş… Kapıdan nasıl çıktık ve evimize nasıl geldik derseniz, onu da buradan okuyabilirsiniz.

İki tane zor günüm var demiştim ya, ikincisi Mimu’nun eve gelişinin üzerinden birkaç gün geçmedendir. Hayallerimiz ve kalbimiz ne kadar büyük olursa olsun; gerçekler kolay değil. Hele de sorumlu olduğumuz başka çocuklarımız da varsa. Bir anda çok çocuklu yaşama geçiş, tüm dengelerin aniden değişmesi, alışkanlıkları ve çok doğal korkuları ile gelen bir yavruyu hayatımızın içine almayı öğrenmek… Hiç kolay değil. Üçüncü gün bir duygu boşalması: Ben ne yaptım, nasıl becereceğim bu dengeleri kurmayı diye ağladım, ağladım. Ferahladım sanırım. Gücümüzün nereden geldiğini hatırlamak iyi oluyor bazen.

Kurumun takibi. Uzmanınız düzenli olarak ziyaretlerde bulunuyor. Gündelik yaşamda nasıl bir tempoda iseniz onu elbette devam ettireceksiniz. Çalışan bir anne iseniz bir yardımcınız olacak elbette, yavrunuza siz yokken bakacak. Onunla da böylece tanışacak uzman. Çocuğunuzun gelişimi nasıl, bağlanma sürecini tamamlayabilmiş mi? Ailenin tüm bireyleri süreci kabullenmiş mi, bunları elbette izleyecek.

Evdeki yaşamda önerilerim olacak olursa:

Lütfen hem kendinize hem de çocuklarınıza (hepsine) zaman tanıyın. Acele etmeyin. Sabırlı olun. Çocuk yetiştirmiş olsanız dahi bu defa başka şeyler deneyimleyeceksiniz. Buna açık olun. Eğer becerebiliyorsanız daha en baştan pedagojik bir destek alın. Aslında bilin ki, belki de en çok zorlanacak olan biyolojik çocuklarınız olacak. Gelen küçük bir nevi Alis Harikalar Diyarı’nda çünkü. Birebir ilgi, onunla uzun uzun ilgilenen yetişkinler, oyuncaklar, kurulu bir aile düzeni. Hepsi yavrunuz için bir ilk. O bu heyecanla başa çıkmaya çalışacak. Biyolojik çocuklarınız ise o güne dek yaşadıkları yaşantının değişimine tanıklık edecek ve korkuları olacak. Onları dinleyin, birebir zaman geçirin. Hiç merak etmeyin, kardeşlik bağı muhakkak kuruluyor (kardeşler için yazım da burada) Ama sabırlı ve hakkaniyetli olun.

Okuyun. Türk literatüründe olmasa da, yabancı kaynaklarda koruyucu ailelik ve evlat edinme süreçlerinde ailelerin ve çocukların yaşadıkları üzerine okuyabileceğiniz yazılar var. Her görüş işe yarıyor. Unutmayın ki yavrunuzun özel ihtiyaçları olacak, bir aile ile ne kadar geç buluşmuşsa o kadar çok. Bu eşikleri iyi gözlemlemek ve ilgimizi o yönde yoğunlaştırmak mühim.

Eğer evli iseniz eşinizle süreci paylaşın. Sizin piliniz bittiğinde izin verin, o devralsın. Aslında lokomotif sizsiniz, çünkü bu küçükler önce anneye bağlanıyor. Bu çok önemli. Sürecin sağlıklı ilerlemesi sizin elinizde. Ama sizin enerjiniz bittiğinde bırakın baba devreye girsin. Böylece bir süre sonra bir bakmışsınız, yavrunuz onu da koşulsuz kabul etmiş.

Gündelik yaşantınızı olduğu gibi sürdürün ve küçüğe sorumluluklar verin. Göreceksiniz aileye adaptasyonu böylece daha hızlı olacak.

Tıpkı diğer çocuklarınızı büyütürken yaptığınız gibi, bir düzen kurun, ve bu düzene sadık kalın. Küçüğün güven duygusu ancak böyle inşa olacak.

Bol bol bir arada oyun oynayın, henüz hiç tanışmamış dahi olsa ona kitap okuyun. Yaşının gerisinde olabilir dikkati, bu sizi şaşırtmasın. Küçük küçük atılan adımlar zamanla büyüyecek.

Bir sonraki adıma geçmek için sabırlı olun; örneğin kreşe başlamak, büyük aile ile tanıştırmak vs için. Bir duygu bombardımanı içinde olacaksınız ilk aylar. Siz de , o da. Önce çekirdek aileye ve evine alışsın, sonrası sonra gelsin derim.

Son söz. Biz bu sürece girerken aklımızdaki bir iyilik projesi değildi açıkçası. Bu tek taraflı bir beslenme değil. Evet, elbette bir yavruya aile sunmak harika bir duygu. Ama sevgi karşılıklı. Sizin ona duyduğunuz bağı o da size duyacak. Ve sevgisi tüm aileye iyi gelecek. Büyük oğlum en başlarda çok sorgulamıştı bu kararımızı. Hatta bizi bir sosyal hizmetler uzmanından beklenecek sorulara boğmuştu. Aradan bir yıl geçtiğinde şöyle diyor şimdi; ‘iyi ki yapmışız anne, iyi ki bizi ikna etmişsiniz. Abi olmak harika bir duygu.’ İşte bu söz özetliyor herşeyi.

Bol şans.

üclü

 

genel içinde yayınlandı | 5 Yorum

 Hayatta bir sebebimiz var

En çok yoldayken düşünüyorum, şu anki gibi.  

Kendimi tanımak için iyi bir vesile yol. Son bir senede beni, eşimi, DeDo’mu bir daha keşfettim. İnsanın içinde ne kadar geniş bir sevme gücü var, bir daha gördüm. 

Sevdiğimiz herşeyi biz koyuyoruz yerli yerine. Sevmediklerimizi ayıklamak, ön sıraları güzelliklere vermek elimizde aslında.

Şimdi artık bir de Mimu’m var. Boncuk gözleriyle bakıp annecim dedi mi, dünyalar genişliyor.

Böylesini seçtik biz ailecek. Zorlukları da olacaktı, biliyordum, biliyorduk ama seçtik. Seçimlerimizi yeşertmek elimizde.

Yürürken sokaktaki ağaçlara isim takıyor Mimu’m; bu ben, bu anne, bu baba, bu De ve bu Do diyor. Aile olmayı öğreniyor, o da bunu seçiyor bence usulca. Mutlu olmanın yollarını seçiyor.

Polyanna değilim. İyi şeylere odaklanmanın gücünü keşfedenlerdenim sadece. Yoksa, yorulmuyor muyuz? Sabrımızın dibe vurduğu olmuyor mu? Şu gün bitsin de çocukların hepsi uyusun dediğimiz olmuyor mu? Üç çocuğumun herhangi birini ihmal ettiğimi hissettiğim anlar olmuyor mu? Eşimi, işimi, dostlarımı sıraya koyamadığımı fark ettiğim… Hepsi oluyor. 

Ama, hayatta bir sebebim var. Bu zaman zaman yüksek sesle, kuvvetle konuşuyor bana. Zaman zaman usul usul, arada bir cılızca konuşuyor. Bazen de bir duvar kadar sağır oluyor etraf. Ama o sebebe kulak veriyorum her duyduğumda. Benim gücüm o seste saklı. 

Küçük canları yeşertmek, hayatı keşfetmelerine destek olmak, neşelerine ortak olmak, iç seslerini bulmaları için yol göstermek, aile olmanın huzurunu bilerek büyümelerine gayret etmek, alternatif patikaları es geçmemelerini sağlamak, küçük mutlulukları kalplerine dizebilmeyi öğretmek… Sanırım benim de varoluş nedenim bu, hayattaki sebebim…

Ya sizin? 

  

genel, kanatlar, mutlu anne, seyahat içinde yayınlandı | 2 Yorum

Bir yaşındayız

İkizler yeni yeni yürüyor. Haftaları, ayları saydığımız günlerin sonunda De ve Do’nun bir yaşına yaklaşmışız. Anne baba olarak içimizde bir gurur; sanki çok uzun yollar kat etmiş gibiyiz. Bir yandan da öyle. İki kişilik bir hayatı dört kişilik kılmayı öğrendik. Yenidoğan bebekleri ayağa kaldırmış olmak, onlarla bir hayatı nasıl kurgulayacağımızı keşfetmek, eş iken anne baba olmak… Hepsi bu bir yılda oluverdi. İşte en çok da bu yüzden, heyecanla kutlamak istiyoruz. Başardık demek için, biz de büyüdük demek için.

Bugün, içimde aynı heyecan, aynı coşku. Cümle aleme seslenesim var: Bir koca yıl geçti! Mimu evimize geldi, bizi yeniden anne baba yaptı. De ve Do’yu abla abi yaptı. Kendisini de enerjik, kararlı, becerikli ve en mühimi de mutlu bir minik adam yaptı. Hoş geldi!

O gün, o kapıdan çıkarken yeni giysiler olsun üzerinde istemiştim. Bedenini tahmin etmeye çalışmıştım, eski tecrübelerimi yoklayıp.

O gün, o kapıdan çıkarken fotoğraflarını çekmiştim, onu kollayıp sevenleriyle bir anısı olsun diye.

O kapıdan çıkarken elimi tutsun ve hiç bırakmasın istemiştim.

O kapıdan çıktı ve babasının omzu üstünden izledi dünyayı ilk kez; ürkek, şaşkın, endişeli.

Ve bir kapıdan girdi aynı endişeli duygularla. Bize güvendi sadece. O güvenle girdi evine.

İki güzel yürekle buluştu evinde; De’nin oyuncu ve meraklı bakışları, Do’nun şevkatle kollayan gözleri an gibi aklımda.

İlk uykusunu uyudu yatağında, ellerini yüzüme koyup.

O gece, tüm çocuklar uyuduğunda eşimle birbirimize baktık, sessizce anlaştık. Bazen bir his iner ya dünyanıza, söze gerek bırakmayan. Öyle bir andı işte…

Birkaç gün sonraydı, herşey sanki darmadumandı. Ağladım ağladım ağladım. Hiç unutmuyorum. Beynimde sorular: Ne yaptım ben, nasıl kuracağım bu yeni dengeyi? Nasıl sağlayacağım yeniden evimizin huzurunu, De ve Do’yu üzmeden başarabilecek miyim? Mimu’yu ait kılabilecek miyim yuvasına? Sanki yeni doğum yapmış bir lohusa gibiydim. Kırılgan, içinde bulunduğu günden çok sonraya gıpta ile bakan. De ve Do küçücükken tam böyle hissetmiştim, beceriksiz ve çaresiz…

Çok iyi geldi o ağlama. Toparlandım. Gücümü hatırladım.Yeniden bir miniğe anne olmayı hatırladım. Zaman zaman eşimin doğallığından, zaman zaman De’nin becerikliliğinden, zaman zaman da Do’nun mantığından feyz aldım. Sabrımın zorlandığı anlar oldu. De ve Do’ya kızdığım, Mimu’yu dakikalarca sakinleştirmeye çalıştığım, az biraz yol almışken en başa döndüğümüzü sandığım anlar oldu.

 Bir süre sonra fark ettim ki, olması gereken ne ise o oluyor. Bu bir akış ve herşeyden önce suyun çalkalanmasına izin vermem gerekiyor. O gün o kapıdan çıkarken hissettiğim aşk ile davranınca, herşey yoluna giriyor.

Şu an, tüm çocuklar uykuda. Mimu ile kitabımızı okuduk, kıkırdaştık. De ve Do ile kısacık sohbet ettik. İşte böyle büyük bir aile oluverdik. Mutlu yaşlar bize 😊…  

genel içinde yayınlandı | 5 Yorum

Hiç kolay değil

İtiraf ediyorum, hiç kolay değil. Anne olmak zor zenaat. Evi çekip çevirmek, farklı yaşlardaki çocukları dinlemek, anlamak, engin bir sabra sahip olmak, sakin kalmayı başarmak, okulları, dersleri, becerileri ile ilgilenmek, meraklarını takip etmek ve tüm bunlar olup biterken çalışmak… Hiç kolay değil, hatta tüketici.

Tozpembe bir tablo çiziyorsam arada bir, bu zorlukları unutmak ve en derinde yatan gerçeğe tutunmak içindir. Anne olmak büyük bir güç, tüm maneviyatımı bir zırh gibi kuşatan sihirli bir elbise. 

İki küçük büyüttük eşimle yıllarca, ikizler. İkiz annesi olmanın katmerli zorluklarından söz etmeyeceğim çünkü yaşadıkça görüyorum ki birden çok çocuk büyütmenin zaten kolay bir tarafı yok, her annenin tecrübesi kendine. Ama diyeceğim şu; dokuz yaşına gelmiş iki çocuğumuz varken evet, isteyerek ve inanarak iki buçuk yaşında bir minik daha kattık aramıza. Ve bummmm… Duvara çarptık. 

Hızlandırılmış bir erken çocukluk adaptasyonu, hızlandırılmış bir abi abla olma sendromu, hızlandırılmış bir kalabalık aileye geçiş süreci. Hepsi ardı ardına eklendi evimizde. İki çocuğun yıllar içinde kurulmuş dengesi üçüncü bir bireyle sallanmaya başladı. Anneliği artık öğrendim ve vites değiştirmeden devam ediyorum diyordum. Tüm bildiklerimi unuttum. Bir acemilik hali geliverdi üstüme, büyüklere nasıl davranmalıyım, küçüğe ailemizi nasıl tanıtmalıyım, evin pratiklerini nasıl kurgulamalıyım… Yoluna giriyor elbette zamanla ama zorlandım, zorlandık hep birlikte.

Beni tanıdıkça, soranlar oluyor, çok haklı bir merakla; kardeşler arası denge nasıl kuruluyor? Aileye katılan minik nasıl adapte oluyor olup bitene? Abi abla nasıl hissediyor ve kabulleniyor tüm bu hızı, değişimi?  

 
Hiç kolay değil. Öyle yansıyorsa paylaştığım karelere burada, instagramda, facebookta; dedim ya sürece değil, özüne tutunmak içindir. Miniğin küçük yaşına rağmen getirdiği alışkanlıkları var. Onları kırmayı öğretmek bir süreç. İnce ince uğraşmak ve sonsuz bir sabra sahip olmak gerekiyor. Duygularını çok da tanımıyor çünkü, en büyük eksiği bu. Kızgın mı, üzgün mü, mutsuz mu, bu hislerini nasıl anlatacak etrafına, nasıl başa çıkacak olumsuz duygularla, bilmiyor. Ve çoğu zaman bağırma, ağlama hatta vurma ile dışa vuruyor bunları. ‘Bizim evde vurmak yok, kızgınsın anlıyorum, üzgünsün biliyorum, mutsuzsun görüyorum ama vurmuyoruz’ demekle geçiyor ilk aylar. Abi abla hiç alışık olmadıkları bu dışavurumla nasıl başa çıkacağını bilemiyor. Zaman zaman olgun bir yetişkin gibi davranıp, zaman zaman minikten beter tepki veriyorlar. Güvenmeyi öğrenmesi bir başka aşama. Anneyi, babayı, aile olmayı öğrenmesi zaman alıyor miniğin. İki ileri bir geri gittiğimiz bir yolda yürüyoruz. Kimi zaman hepimizi çok seviyor, kimi zaman adını bile koyamadığım bir kızgınlık ve ürkeklik görüyorum gözlerinde. Duygularım şu iki uç arasında çalkalandı ilk zamanlar aslında; ben ne yaptım böyle, nasıl altından kalkacağım? / Ne büyük bir zenginlik bu, üç çocuğum da bambaşka bir hayat becerisi kazanıyor.

Anlayacağınız, hiç kolay değil. Tüketici. Fiziksel zorluklar yine fiziksel çabalarla aşılabiliyor. Bu görece kolay. İki gece daha çok uyusam, üçüncü gün daha iyi hissediyorum örneğin. Esas badireler duygusal anlamda çıkıyor önüme ve malesef bunu uyku, çay, kahve, güzel bir dilim kek çözmüyor. Dışarıdan değil ancak içeriden çözebiliyorum bunu. Böyle anlarda birçok annenin en iyi bildiği şeyi yapıyorum. Tüm çocuklar uyurken odalarına giriyorum ve sessizliğin içinde izliyorum onları. Dünlerini ve yarınlarını düşünüyorum. Kazançlarını düşünüyorum. Biz bir ekibiz diyorum içimden, birlikte yol alacağız, düşe kalka. Hiç kolay değil… Ama yaparız.   

  

genel, koruyucu aile, mutlu anne içinde yayınlandı | 3 Yorum