Zaman geçiyor. Anne olalı onsekiz yıl olmuş. Yani artık De ve Do birer ‘yetişkin’ olmak üzere. Kendi kararlarını alabilecek birer birey, deniyor malum. Dönüp bakıyorum, bir çocuk üç yaşındayken hangi oyuncağı ile uyuyacağına karar verirken, hangi pantolonun daha rahat olduğunu söylerken kendi adına kararlar almıyor mu? Sekiz yaşındayken sınıfında yaşadığı çatışmada kendi sorununa çözüm arayan kişi olmuyor mu? Tam da aynı anda fark ediyorum; sonra o taze yetişkin insan hayattaki yerini, okuldaki konumunu sorgularken büyümenin sancılarını içinde taşımıyor mu? ‘Büyüttük şükür’… diyemiyor insan. Kaç yaşına gelirlerse gelsinler, anne kalbi hep onlarla beraber atıyor.

Bu blogu De ve Do için kurmuştum. Tüm neşelerimiz, komikliklerimiz, oyunlarımız, sorularımız için. Sonra Mimu geldi, çocuk yetiştirmenin en zorlu yollarına dalıverdik, komik olabilmeyi unuttuk. Bir insan yetiştirmenin dayanılmaz ağırlığı ile karşı karşıya kaldık. De ve Do’nun dahil olduğu hayat sınavları Mimu’dan çok farklı idi. Doğduğun ev nasıl şekilleneceğini belirliyor. Tecrübesiz taze bir anne iken bile De ve Do için neler yapabileceğimi az çok biliyordum. Elimden geleni, çok büyük bir mutlulukla yaptım. Ortaya çıktılar. Henüz birer yetişkin değiller. Zaten kaldı ki, yetişkin olunca hayat sınavları bitmiyor… Fakat en azından, önlerine çıkan engellerin boylarının neresine geldiğini, içinde yüzüp yüzemeyeceklerini biliyorlar. Bir anne ile babanın gençlik eşiğinden geçmekte olan çocukları için yapabileceği en iyi şey, ellerini uzattıklarında tutmak olur sanırım. De ve Do bunu biliyorlar, elimiz hep açık. Mimu başka bir eve doğmuş, o evde de kalmamış. Başka bir yuvada emeklemiş, yürümüş. Bizim evimizde büyüyor. Yani onun için yapabileceklerimin boyutunu hiç bilmiyordum. Bu yola girerken biraz kör olmak en iyisi imiş. Yapabileceğimizi sandığımızdan fazlasının bizi beklediği yollara koşulsuz girmiyoruz aslında. Ben bilmiyordum. Eşim bilmiyordu. Giriverdik. Ve değiştik.
Annelik müessesesi çok kapsayıcı, gönüllü bir teslimiyet hali. Hayatımızın gidişatını onlar belirliyorlar. Sonra büyüyorlar. Bu ortak zaman aslında ömrümüzden geçip giden yıllar. İçimden son sürat bir tren gibi geçip gidiyor çocuklarım. Onlar hareket halinde, ben değilim. Birlikte vahşi doğalardan, dağlardan geçiyoruz, karanlık tünellerde gözlerimizi kapıyoruz. Yıllar önce bir küçük fransız kızına denk geldiğimiz seyahat esnasında, her tünele girdiğimizde onun dediği gibi; vas-y vas-yyy (haydi ileriiii) diye bağırıyoruz hep beraber. Işığı görünce seviniyoruz. Köylerden, kentlerden geçiyor, el birliği ile onların hayatlarına taş üstüne taş koyuyoruz. Harika bir yolculuk bu. Ama onlar içimizden son sürat geçip gidiyorlar… Gün gelince arkalarından bakıyoruz, payımıza el sallamak düşüyor ve teşekkür ediyoruz.

Ben bugün bile annemle günlük konuşuyorum. Orta yaşa gelmiş bir insan dahi olsam, ayrı trenlere binip çoktan uzaklara düşmüş dahi olsak sesini duymak iyileştirici. İç sesimi destekleyecek bir insanın her daim var olduğunu bilmek, sırtımı yaslayabilmek ne kadar rahatlatıcı. Şimdilerde De uzaklarda. Onun treni çok daha erken yola çıktı. Aydınlık, yeşil pırıtılıları olan bir yolda ilerlerken, kendine duymaya başladığı güvenin tüm renkleri bana tünelin ucundaki ışık gibi yansıyor. Vazi vazi diye sesleniyorum uzaklardan ona. Her bir çocuğun yolu başka, yolculuğu başka. Do genç bir adam. Muhtemelen onu algıladığımdan daha olgun, öngörülü. Bazen kararsızlıklarla boğuşuyor ama benden daha sakin. Bunlar normal diyor bana, yolumu bulacağım. Arada bir fikrimi soruyor. Dinliyor. Haklısın diyor. Sonra devam ediyor, yanıbaşımdan geçip gidiyor treni; güçlü bir sesi var. Yolculuk nereye ben bilmiyorum. Zaten bilmem de gerekmez, istediğinde destek olabileyim, bana yeter. Küçük adam Mimu için yolculuklar hep büyük heyecan. Tünele girse ayakta, ormanlara baksa ayakta, yolcular sohbet etse ayakta. Heyecanlarını kontrol edebildiğinde bir bakmışız, o da yola tek başına devam edecek.
Bana ne kalmış bu hikayede, bu annelik hikayesinde? Özlem. Endişe. Gurur. Umut. Ve Sevgi. Elli yaşında olsam da, henüz daha dün kucaklaşmışız gibi beni sarmalayan sevgi. Şimdi benim de yeni yollar bulma vaktimdir. Bunca zaman onlarla beraber içimde büyüttüğüm keşifleri dile dökme vaktimdir. O duygularla yeni bir yuva inşaa etmeliyim. Onlara el sallayıp ardımı döndüğümde içine gireceğim yeni bir hayat. Eskilerle yetinip hasret çeken değil, yoluna devam eden bir yeni hayat. Vazi vazii…

Kendi ebeveynliğimle ilgili son dönemlerde çokça hissedip de adlandıramadıklarımı o kadar güzel betimlemişsiniz ki… Trenler gibi geçiyorlar içimizden evet. Önemli olan çıkıp gittiklerinde geride ‘bütün’ olarak kalmış olmak. Dehb’li bir çocuk annesi olarak toparlanamayacak şekilde dağıldığımı hissediyorum bazen. Çok teşekkürler bu güzel paylaşım için.
Çok haklısınız. DEHBle tanıştıktan sonra bir bütün olarak kalabilmenin zorluğunu öyle iyi anladım ki. Bu konuda daha çok yazışmalı…