Kardeş kardeş büyüyün

Abla olduğumda sekiz yaşındaydım. Kucağıma bir küçük havuç kafa geldi. O gün hissettiğim güçlü duyguyu hala hatırlıyorum. Onu öylece sevdim. Kırmızı saçları belki de en uzak yanımızdı çünkü bir başka babadan mirastı ona. Birlikte büyüdük, öğrendik, yaşadık. Kardeş olduk, dayanak olduk. Aile olmak zaten böyle bir şeydi.

Sonra, otuzlarımın sonlarına doğru, birden yeniden abla oldum. Yıllarca sadece varlığını bildiğim ama hiç görmediğim diğer kız kardeşimle kavuştuk. Bize hiç dokunamamış bir babadan armağandık birbirimize. Ancak yabancıydık. Ayrı evlerde, ayrı hayatlar sürmüştük. Kardeş olmayı öğrenmemiz arkadaş olmaktan geçecekti, biz de bunu inşa etmeye başladık birlikte. Kısa zamanda çok yol aldık.

Bazen genel geçer doğruları ters yüz ettiğimizde, olup bitenlere başka pencerelerden baktığımızda hayat çok daha zenginleşiyor. Yaşadığımız hiçbir şey tesadüf değil aslında, dinlemeyi bilirsek bize farklı şeyler fısıldıyor. Belki de minik adamın yuvamıza katılması benim açımdan, böyle bir hayat öğretisinin sonucudur, kim bilir.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bir annenin paylaşımlarına denk geldim. Biyolojik kızı ve evlat edindiği kızı arasında kurulmuş dostluğu taşımıştı fotoğraf karelerine. Bu anlar durup kendi ailemize bakmama vesile oldu. Kardeşlik yan yana olmak, el ele olmak, dost olmaktı. Biz de bu yolda, minik adamın sevimli ifadesiyle ‘addım addım’ ilerlemeye başlamıştık.

Yıllarca pazar sabahlarımız bizim evin uzun oyun zamanı idi. De ve Do, De’nin derin hayal gücü deryasında gemilerle uzak yolculuklara çıktılar, adını bile telaffuz edemediğimiz ülkelere gittiler, hayvan dostlarını evlerinde ağırladılar, kılıktan kılığa girdiler. Bu oyunlarla birbirlerini tanıdılar, kardeşlikleri pekişti. Sonra büyüdüler, büyüdüler ve bu oyunları unuttular. Bugün, minik adamın varlığıyla yeniden şenlendi ortalık. güreşkardeşler

minişler

Minik adamın hayal gücü ablasına denk çıktı, oyuncaklar bir kez daha hayat buldu. De bu işten çok mutlu, küçük kardeşi ile ortak bir dünya kuruyorlar böyle böyle. Do ise, yıllarca kız kardeşi üzerinde denediği güreşlerini şimdi cüssesi küçük, gücü büyük minik adamla yapıyor. Ara sıra itiş kakış olsa da, iki oğlanın enerjisi böyle zamanlarda evi doldurup taşırıyor. Do’nun deyişiyle ‘abi olmanın tadı bir başka’.

IMG_3930

Sözün özü, kardeşlik güzel şey. Ve gücünü kandan değil, candan; yan yana olmaktan, arkadaşlıktan alıyor. De, Do ve minik adam artık bu hayatta birbirilerine armağan. Dileğim kardeş kardeş büyüsünler, kalplerini hep birlikte büyütsünler…

 

koruyucu aile, mutlu anne içinde yayınlandı | 8 Yorum

Minik adam

İki hafta önceydi. Minik adamla ilk kez o zaman tanıştık. Hayat bazen kısacık anlarda şekilleniyor, ne acaip. O günün sonunda eşimle birbirimize bakıp, tamam dedik; yola çıkıyoruz. De ve Do’ya kararımızı aktarmak, bir hafta boyunca minik adamla bir arada bulunmak ve bağlanmasını sağlamak, çocukları birbiri ile tanıştırmak, gün bitip de ayrılırken aklını arkada bırakmak… Uzun süredir kalbimin böyle yorulduğu bir zaman olmamıştı. En son gün minik adam ağladı, ağladı, ağladı. Ditme! dedi. Elime yapıştı ve olduğu yere çakıldı sanki. Ancak, uyuyup uyanınca onu alıp abi ablaya götüreceğimi defalarca anlattığımda sakinledi. Ertesi gün minik adam bizimle bambaşka bir dünyaya adım attı. Eşimin güzel ifadesiyle ‘bir haftalık annesinin elinden tuttu ve o kapıdan çıktı’.

/home/wpcom/public_html/wp-content/blogs.dir/443/18023047/files/2014/12/img_3348-1.jpg

De ve Do bir günde abi abla oldular. O gün okuldan eve heyecanla, merakla, koşar adım döndüler. Bu minik adam, artık De ve Do’nun peşinden koşacak, onların gözünün içine bakacak, onlar ne yaparsa aynısını başarmak için uğraşacak. Günler akıp gidecek, bir sabah bakacaklar ki üç kardeş olmuşlar. Kandan değil, varsın olmasın. Kalpten…

Ben minik adama bir masal yazdım bile. Büyüdükçe anlayacağı, kabul edeceği ve hep bileceği bir masal bu. Her çocuğun kendine ait bir masalı olur. Kimi küçük yaşta anne babasının yollarının ayrıldığını anlar, kimi yavru kedisine kavuştuğu günü unutmaz, kimi bilir ki uzaklardaki büyükannesi artık melek olmuş, kimi bambaşka bir ülkeye yerleşir ve yeni bir dille anlaşmayı öğrenir… Minik adamın da masalı bizimle yön değiştiriyor. Ben hep anlatacağım. Buluşmamızı, alışmamızı, heyecanlarımızı, şaşkınlıklarımızı, korkularımızı, biriktirdiğimiz sevgimizi… Zor mu? Evet. Güzel olan herşeyde olduğu kadar. Evimize bir anda yeniden küçük bir çocuğun hareketliliği düşüverdi. De, Do ve baba alışacağız bu değişime elbette. Gümüş de kaçmamayı öğrenecek bir süre sonra, minik adam kovalamayı bıraktığında. Yeniden bulyaplar, legolar, hamurlar, yeniden bebek bardakları, çatal kaşıkları, yeniden pusetler. Yeniden hoşçakal bez, merhaba külotlar. Yeniden haydi uyusun ayıcıklar, tavşancıklar… Hepsi sil baştan ama keyifle. Minik adam büyüyecek, masalı ile beraber. De ve Do büyüyecek, ikiz kardeşlikten abi ablalığa geçerek. Çocuklar büyürken biz de büyüyeceğiz baba ile. Geniş aile olmayı öğreneceğiz.

/home/wpcom/public_html/wp-content/blogs.dir/443/18023047/files/2014/12/img_3343.jpg

genel, kanatlar, mutlu anne içinde yayınlandı | 7 Yorum

Bir kış akşamında sıcacık bir öykü: Babam ve Ben

babam ve ben1Babalar ve kızların iki kişilik dünyasından söz eden öyküleri duymak hep içimi ısıtır. Hele de hayalperest ve biraz da yalnız bir baba ve onun gözünün içine bakan küçük bir kız çocuğu ise söz konusu olan…

Patrick Modiano 1998’de yazmış bu öyküyü. 2014 yılında Nobel Edebiyat ödülü almış. Sanırım kitapla ancak şimdi tanışmış olma nedenimiz de bu.

Catherine 9, 10 yaşlarında. Paris’te yaşıyor. Babası ile iki kişilik bir hayat kurmuşlar, araları çok da iyi. Gözlükleri ve hayalleri seviyor olmaları ortak yönleri. Annesi uzaklarda, New York’ta yaşayan bir dansçı. Babası önerince Catherine de dansa başlayıveriyor bir gün.babam ve ben 2JPG

Babasının katı ve kuru bir iş ortağı var, Mösyö Casterade; ruhunun derinliklerinde sıkışıp kalmış ince şiir sevgisini komik bir dille anlatıyor Catherine bize.

Babası bir yetişkin olsa da aslında onun da içinde küçük bir oğlan çocuğu var. Belki de tam da bu yüzden komik, eğlenceli ve tuhaf. Catherine onun bu tarafını olduğu gibi kabul ediyor. babam ve ben 3

Babam ve Ben‘in çizimleri bizim kuşağa çok tanıdık gelebilir; Jean-Jacques Sempe, Pıtırcık serisinin çizimleri de ona ait. Kitabın sıcak ve sakin diline o kadar güzel eşlik ediyor ki resimleri.

8-10 yaşın severek okuyacağı bu minik öykü babalarına düşkün tüm küçük kızlara…

baba, kitaplar içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Küçük hayatlar büyük hayatlarla buluşunca…

Çalışıyorum çalışmasına masa başında da içimde kocaman bir girdap, dönüp duruyor. Beynimden başlıyor rüzgar, kalbime iniyor. Midemde çalkalanıyor. Hissettiklerim ne ise, hepsi içimde esiyor.
Bir randevum var yarın. Küçük bir kalp ile. Beni beklemiyor aslında, haberi bile yok. Kendi küçük dünyasında bildiği, alıştığı hayatı sürdürüyor. Minik bir kalp nelere sevinirse onlara sevinip, nelere üzülürse onlara üzülüyor. Minik bir beden kaçta uykuya dalarsa o saatte uyuyup, sabahına gülücüklerle uyanıyor. Eminim seviliyor, ihtimam görüyor. Ama ait mi bir başka kalbe? Sanmıyorum. Başka kalpler bırakmış onu… Şartlar diyelim, kısaca.
Tanışacağız. Hayatlarımız değer mi birbirine bilmiyorum. İsteyince kalpler çok kolay buluşuyor aslında da; hayatlarımız buluşacak mı, göreceğiz.
Es rüzgar es. Yarına dek es. Sonra bırak durulayım, hayatlarımızda yeni kapılara yer açayım. IMG_3200.JPG

genel, kanatlar, mutlu anne içinde yayınlandı | ile etiketlendi | 7 Yorum

Merakını kaybetme!

Açık olmak… Hayatın kendisine, getirdiklerine ve tanıştırdıklarına. De ve Do bunu öğrensinler isterim. Gayretim de bunun için. İyiler ve kötüler, başarılar ve mutsuzluklar, anlık heyecanlar ve ıskalamalar. Hepsi oradan buradan akıyor. Bu akışın içindeki en büyük beceri kalben ve zihnen açık kalabilmek.
Haftasonu sabahları Do önce futbola, ardından sutopuna gidiyor. Bu yıl böyle, deniyor. Hangisinde mutlu olursa ona devam edecek. Ben de anne kadrosundan izleyici. Çok farklı ebeveyn profilleri görüyorum her iki tarafta da. İlgililer, aşırı düşkünler, kontrolcüler, koruyucular… Çocuğa ne kadar dışarıdan kontrol ve koruma sağlarsan o kadar kapanıyor aslında hayata karşı. Görmüyor, uzaklaşıyor; kendine ve çevresine. Kapanıyor. Ve en büyük itici gücünü kaybediyor: Merak.
Oysa hepimiz merakla doğuyoruz hayata karşı. Hatırlayın küçüklüğünüzü ya da bakın küçüklerinize. Bizim basite indirgediğimiz kelimeler gerçekte işin özü. Kurcalıyor deriz mesela, yüzeysel bir dille. Oysa o öğreniyordur. Karıştırıyor deriz sıkkınlıkla, ah bir bıraksak ne çok şey keşdefiyordur o an. Elliyor herşeyi deriz, dokunuyordur oysa dünyaya.
“Özel bir yeteneğim yok, sadece tutkuyla meraklıyım” demiş Einstein.
Bir cümlede iki mesaj birden. Tutku ve merak. Ne zaman bağlanıyor bu ikisi birbirine işte o zaman adına aşk diyoruz biz, yaptığın her ne ise ona aşkla bağlanmak.
De ve Do bu şansı yakalarlar mı bilmem. Umudum var. Meraklarının önünde durmadık hiç. Hatta bence görevimiz o yolu açmak. Sadece ana yolları değil de ara yolları, patikaları görebilmelerini öğretmeye çalışıyoruz.
Bazen bir meşe palamudu, bazen bir karton kutu çıkıyor karşılarına. Ve bambaşka yollardan kurcalıyorlar hayatı. O zaman anlıyorum ki her çocuk bambaşka, biricik… Önlerinde durmayın lütfen çocuklarınızın, açık olsunlar hayata.

IMG_0118.JPG

genel içinde yayınlandı | 1 Yorum

Sonbahar düşleri

Çocuklar yanımda olmadan çocuklar için düşünmek, başka bir hayat mümkün mü, başka düzenlere açık mıyız diye kafa yormak, bunları koşmadan ve sükunetle yapabilmek… Bu hafta sonu öyle bi haftasonu.
Bir tane hayat var bize sunulan. Ve bu hayat hiçbir zaman sabit değil. Değişkenlerle dolu içi. Keşfetmek için taşları yerinden oynatmak gerek. Kumsalda oynarken kaldırırsın taşı bir yengeç çıkar heyecanla, suda bir kabuk bulursun, içinden pagur çıkar. Hiç girmediğin bir kitapçıda rafları karıştırırsın, aradan yepyeni bir yazar girer hayatına. İşte biz de bu haftasonu onu yapıyoruz. Kurcalıyoruz hayatı. Yeniliklere açık olmak güzel. Kolay değil aslında ama iyi geliyor insana. Tavsiye edilir : )

IMG_2910-0.JPG

kanatlar, mutlu anne, seyahat içinde yayınlandı | 2 Yorum

Kendiliğinden…

De ve Do’yu böyle görünce keyifleniyorum doğrusu. Koridor işgal, geçecek yer kalmamış. Ama kartonlar açılmış, boyalar dökülmüş. Karşılıklı oturmuşlar, konuşa konuşa çalışıyorlar… Kendiliğinden, tadını çıkara çıkara. Aslında okul böyle bir yer olmalı, özgür ve içten gelen bir dürtü ile ürettirmeli çocuklara; dışarıdan zorlama ya da teşvikle değil… Home schooling üzerine düşündürüyor bana bu güzel anlar, delilik mi acaba? : -)

IMG_2859.JPG

genel, kanatlar içinde yayınlandı | 1 Yorum

Sonbahar ve cumartesi

Kedi, kitap, balon, oyun, çay… Mıstık Parkı hala cankurtaran.
Bugün sonbahar geliyorum diyor, rüzgar sağdan soldan esiyor. Hava güzel. Baloncu amca köşesinde. De her zamanki gibi Yalvaç Abi’den aldı yeni bir kitap, okuyor mutlu mesut. Do parkta eleman peşinde. Ona sohbet, arkadaş gerek. Tembellikse tembellik, seviyorum bu boş halleri. Düşün taşın, oku, dinlen, izle sağı solu… Hoşgeldin sonbahar.
IMG_2839.JPG

IMG_2838.JPG

genel, mutlu anne içinde yayınlandı | 2 Yorum

Tekinsiz duygulara yer var mı çocukların dünyasında?

Kuşlar, böcekler, ayılar, sevgi sözcükleri, bildik ahlaki dersler, standart doğru ve yanlışlar olmaksızın küçük çocuk kitabı yazılır mı? Yaklaşık dört yaşından sonra çocuklar kendi iç dünyalarında yaşadıkları soru işaretlerini, korkuları, endişeleri ya da zengin hayallerini kitaplarda görürse ne olur? Tekinsiz duygulara yer var mıdır çocuk kitaplarında? Ne zaman Anthony Browne okusak çocuklarla beraber, hep bu sorular üşüşür aklıma.

Çocuğun iç dünyasının derinlerine dokunabilen yazar ve çizerlerden Browne. Hiperrealistik diyebileceğimiz bir resim tekniği ile çizdiği hayvanlar, 16.yy Bruegel tablolarını hatırlatan dokunuşlar, farklı dönemlerden izler taşıyan dekorasyon öğeleri ile kendine dönüp dönüp baktıran kitapları var.

What If…? Ya Olursa…? İlk kez tek başın bir doğum günü partisine katılacak Joe. Ama davetiyeyi kaybetmiş. Annesi ile birlikte, akşamüzeri karanlığı çökmüş sokakta arkadaşının evini arıyorlar. İçinden bir ses ‘Gitme ve annenle kal, güvenli yerde kal’ dediği için her bir ev onun zengin hayal dünyasında bambaşka gözüküyor Joe’ya. Ya yiyecekler çok kötüyse, ya tanımadığı onca insan onu huzursuz ederse, ya arkadaşının ailesi garip insanlarsa… Annesi onu sürekli rahatlatmaya çalışıyor. Sonunda tahmin edersiniz ki, atılan her ilk adımdan sonra olduğu gibi, başta tereddütler yaşayan Joe çok eğlenmiş olarak buluşuyor annesiyle.  WI

 

 

 

 

 

 

 

 

WI02

 

 

 

 

 

 

LB

 

 

Little Beauty, Minik Güzellik. İşaret dili bilen devasa goril, küçücük bir kedi yavrusuyla arkadaş olursa… Bu dostluk sürer mi? Bir goril sinirlendiğinde neler olur? Başlarına ters bir şey gelse dahi birbirlerini nasıl kollarlar? Küçük ve büyük, siyah ve beyaz birbirini sevebilir. Dostluğun ölçeği ve rengi olmaz. Bu gizli mesajlar o harikulade çizimlerin içinden sesleniyor küçüklere (ve biz büyüklere)…

LB02

 

 

 

 

Anthony Browne’in kitaplarında hayvanlar var, tıpkı birçok çocuk kitabında olduğu gibi. Bu hayvanlar konuşuyor, oynuyor, yemek yiyor, uyuyorlar ama şöyle bir farkla: İnsanlar ve hayvanlar iletişim içinde çoğu zaman. Yani çocukların hayvanlar üzerinden ‘mış gibi’ yapması evet mümkün ama aslında insanların hayvanlarla kurduğu olumlu olumsuz ilişkileri, kanıksanan yanlışları da satır arasında anlatıyor bize Browne. Örneğin hayvanat bahçelerinin neden üzücü yerler olabileceğini görüyorsunuz etkileyici resimlerinde. Mesela Gorilla’da olduğu gibi.

kitapçıDe ve Do’nun huzursuz edici şeylerle hangi yaşta, nasıl tanışacağını çok düşünmüşümdür büyürlerken. Uzunca bir süre gündelik yaşamın acımasız ve sevmediğimiz gerçeklerinden uzak tuttum onları, doğrudur. Akıllarının ereceği, yorumlayabilecekleri ve daha da önemlisi bize soru sorabildikleri zamana ertelemeye çalıştım kendimce. Browne’in kitapları aslında bu yolda önemli bir adım. Tekinsizlik kötü değil, hatta gerekli. Hayatın tozpembe olmadığının işareti bu duygular ama sert bir gerçeklikten ziyade naif bir dille sunulduğunda öğretici…

genel, kedi, kitaplar içinde yayınlandı | 3 Yorum

Çocuklarla Paris harika!

De ve Do ilk kez yurtdışına çıktı. Paris’te iki hafta. Eşim ve ben de gitmeyeli yıllar olmuş, ilk gittiğimizde çocuksuz genç bir çifttik. Bu defa 9 yaşında iki çocukla bambaşka yanlarını keşfettik şehrin.
En sevdiğimiz etkinlik ve mekanlarla işte çocuklu Paris. De ve Do’ya da sorulmuştur, ortak seçimler diyebiliriz:
Bahçeler, parklar… Paris çocuklu aileler için tam bir dış mekan şehri. Evet, biz yaz mevsiminde gittik ama arada yağmurlu günler de oldu. Fikrimiz değişmedi doğrusu. Her bir bahçe çocuklar için bir keşif ve eğlence alanı.
1. Jardin du Luxemburg’da tekne yüzdürmek: Bu çocuk oyunu üzerinden neredeyse çocuk yetiştirmek üzerine kitap yazılabilir. Bugünün kontrolcü ve hızlı dünyasında çocukları sakin ve akışına bırakmaya yönlendiren bir oyun. Basitlik her zaman güzel. Birçok ulustan o an denk gelmiş onlarca çocuk kocaman bir süs havuzunda ahşap tekneler yüzdürüyorlar. Oyunun tek aracı bir sopa ve esinti. Yarım saati 3 Euro’ya birer tekne kiralıyorsunuz, anne babalar havuzun civarındaki sandalyelere yayılırken çocuklar oradan oraya koşturup teknelerini izliyor, kıyıya vardıkça dürtüyorlar. Kiralayan kişi yarım saat dolduğunda tepenizde belirmiyor, ne de olsa geri getireceğinize dair güven esas. Garanti ederim ki, oyun daima bir saate sarkıyor ve hatta ikinci bir gün tekrar uğruyorsunuz.
tekne

luxembourg
2. Jardin du Luxembourg ve satranç: Parkın her yaştan insanı içine alan bir yapısı var. Bir başka köşesinde genç ve yaşlı birçok Parisli satranç masalarında oynuyor. Do izlemekle yetindi bu defa ama onu izlemeye davet eden amca merhaba deyince şaşırdı tabi, Ermeni imiş. Aileden hatırladığı az buçuk Türkçesini duymak mutlu etti bizi ansızın. satranc
2. Jardin d’Acclimatation: Şehrin içinde bir kent ve çocuk parkı. Geleneksel tatta bir lunapark aslında. Giriş 3 Euro. İçeride paralı ve parasız birçok farklı oyun ve etkinlik var. Paralı etkinlik ve oyuncaklar için girişte toplu bilet almalı. Tüm bir günü geçirmek mümkün, iki çocuk için 50 bilet fazla fazla yetiyor, 35lik setle de idare edebilirsiniz. 4-10 yaş arası çocuklar için seçenek bol. Parkta ücretsiz birçok alan da var; çiftlik hayvanlarını sevebilirsiniz, çantanızda yedek kıyafet ya da hatta daha iyisi mayolar varsa su bahçesinde birçok çocuk ile çılgınlar gibi koşturmalarını izleyebilirsiniz. Yuva öğretmenleri ile gelmiş bir sürü minik vardı mesela. Don atlet oynadılar, sonra da çimlerde kuruyup bir güzel giyinip gittiler. Do ağaç evler kısmında oynarken yere düştü bu arada ve dudağını patlattı. Parkın ilkyardım bölümünde kontrol ettiler, buzu verirken haydi geçmiş olsun “buon courage!” diyerek. Bu cesaretle Do az sonra ip heykelin en tepesinden el sallıyordu bize! d’Acclimatation’a buradan bakabilirsiniz.

su

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

ip

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

tren
3. Jardin des Tuileries: Kentin en işlek alanlarından birinde, Louvres’a komşu kocaman ve yemyeşil bir park. İçinde ufak bir lunapark alanı da var. Gün içinde bir noktadan diğerine giderken bir süre çocuk molası vermek güzel oluyor.
4. Jardin des Plantes’te botanikle tanışmak: Adından da anlaşılacağı üzere bitkiler bahçesi burası. İçinde iki büyük müze var: Doğal Hayat Müzesi ve Paleontoloji Müzesi. Ve bir de Büyük Sera. Menagerie diye adlandırılan ve 19. yy.dan bu yana korunmuş, küçük ölçekli bir hayvanat bahçesi de yine parkın içinde. Biz vardığımızda öğleden sonra idi, hepsini birden gezemeyeceğimizi anladığımız için Büyük Sera’yı seçtik. botanikİçinde dünyanın dört bir tarafından bitkileri ve ağaçları barındıran bu seradan De ve Do çok etkilendi; boyları kadar kaktüsler, devasa muz aaçları, sinek yiyen uzun yapraklılar vs. Bir sonraki sefere muhakkak müzelerini de gezeceğiz, atlanmayacak bir yer Doğal Hayat Müzesi
Müzeler müzeler… Çocuklu Paris’te sanat ağırlıklı müze gezmesi yapmayacağımızı biliyorduk. De sever ama Do bir noktada isyan ederdi. Onun yerine birkaç tane güzel çocuk müzesi ile kotamızı doldurduk.
1. Palais de la Decouverte: Çocuklara yönelik bir bilim ve keşif müzesi. Uzaydan tutun da, doğal afetleri ya da matematiği anlamaya yönelik her türlü sergi var içinde. matematik Müziği Keşfetme ve Karıncalar adlı iki geçici sergiyi özellikle sevdik. Milyonlarca karınca ne yer, nasıl beslenir, nasıl iletişim kurar… Tüm bir günü geçirip eve döndüğümüzde hepimiz yorgunluktan bitap düşmüştük. Merak edenleriniz için: Palais de le Decouverte
2. Cite des Enfants: Parc de la Villette içindeki bu harika bilim müzesinde (Cites de Sciences) kalıcı ve geçici birçok sergi var. Bunların yanı sıra 2-7 yaş arası ya da 5-12 yaş arası çocuklar için hazırlanmış iki ayrı keşif alanı mevcut: Cite des Enfants. Günün ne kadarını geçirebileceğinize bağlı olarak farklı kapsamda bilet seçeneklerinden birini tercih edebilirsiniz. Interaktif birçok aktivite ve deney, fizik, mekanik, anatomi üzerine oyunlar var. 9 yaşın bu kısım için sınırda olduğunu söyleyebilirim ama. De ve Do 1,5 saatlik bu turu merakla tamamlasa da, sonunda o kadar da etkilenmedik demeyi ihmal etmediler. Girişte sınırlı sayıda çocuk almalarına rağmen ciddi kalabalık oluyor. Saatini ve gününü iyi seçmek lazım.
Parc de la Villette içindeki Argonaute’u da ziyaret edin. 1930’lardan kalma bu denizaltı ve ona bağlı sergisi 9 yaş çocukları için gerçekten çok öğretici idi. Çok yağmurlu bir güne denk gelmese Villette’te de uzun uzun gezebilirdik aslında. villette
3. Pompidou: Her ne kadar içini gezmesek de (bu kez), kitabevini tavaf ettik, meydanında uzun uzun dinlendik.pompidou
Sokak turları… Marais ve Beaubourg civarında uzun uzun, hedefsizce yürüdük. Bu yürüyüşlerde karşımıza çıkan güzel fırın ve pastanelere girmeyi hiç ihmal etmedik. Bol bol kruasan, krep, elmalı ya da çilekli turta tükettik. Harika kitapevlerini (Sheaskpeare and Co) karıştırdık ve hepimiz seveceğimiz kitaplar bulduk, aldık. Bir şehri öylesine, yürüyerek gezmek en güzel keşiftir aslında.kitapçı
Metro metro… Paris’in canlı, kalabalık, çok uluslu, gürültülü, karmaşık, in çıklı metro ağını bol bol kullandık. Her bir metro durağının bir diğerinden farkını keşfetmek ve nasıl okunduğunu öğrenmek, metro koltuklarının farklarını hatırlamak, kapı düğmelerini birer birer denemek. Çocukların bu en olmadık detaylar üzerinden kurdukları keşfin parçası olmak güzel.metro
Montmartre ve Sacre Coeur… Şehrin belki de en turistik bölgelerinden birisi. Artık din ne demek, kim neye nasıl inanır bu gibi konuları anlamaya meraklı hale gelmiş De ve Do’ya kiliseleri anlatmak da bir tecrübe oldu doğrusu. Sacre Coeur önünde sokakta talih oyunları ile kumar oynatan, sırtlarındaki papağanla resim çektirmen için ısrarcı olan adamları ve turistlerin birçoğunun buna nasıl da tav olduğunu Do uzun uzun izledi.
Sokak çalgıcıları… Metroda, sokaklarda, merdivenlerde. Kimisi küçük bir oda orkestrası kıvamında, kimisi genç öğrenciler. De ve Do merak etti durdu; çok mu parasızlar, sevdikleri birşeyi mi yapıyorlar, mutlular mı vs vs. Sizi mutlu ediyor mu dinlemek, dedim. Evet dediler. Tamam o zaman dedim, onlar da mutludur.
Pazar yerleri… Eşimin ve benim en sevdiğimiz yerlerdendir pazar yerleri. Hangi ülkede, şehirde olursa olsun muhakkak pazarları keşfetmek isteriz. Marche aux Fleurs, Marche des Enfant Rouges, Marche aux puces de Vanves, Marche aux puces de Clignancourt. Her birinde bambaşka bir renk ve çeşit cümbüşü: çiçekciÇiçek pazarından lavantalar aldık, satıcı Bosnalı çıktı ve lafladık biraz.   Enfant Rouges’da bir Fas lokantasında tajin yedik, nane çayı içtik. fas lokantasıVanves bit pazarından 30’lardan kalma parizyen bir biblo, Clignancourt bit pazarından ise hint işi eşyalar aldık. Bu çok uluslu durumu izlemek çok hoşlarına gitti De ve Do’nun. Clignancourt pazarından dönüşte kahve içmeye uğradığımız kafeden ise muhakkak bahsetmeli. cafeTerk edilmiş bir tren hattı üzerinde, muhtemelen bir istasyon binasında açılmış bu kafenin adı Recyclerie. İç mekanda yetişen kabakları, dev sarmaşıkları, kocaman orta barı, açık mutfağı ve eskiden kalma sandalye-masaları ile kendine özgü bir mekan. Tren yoluna indiğinizde ise bir bostanı var. Uğramadan geçmeyin.

Yapmadıklarımız da var elbette bu tur içinde: Euro Disney yapmadık, ortak kararımızdı. Onun yerine Club Asterix’e gideriz demiştik ama hava durumu elvermedi, bir de Thoiry‘ye niyetli idik, o da zaman bulamadıklarımızdan… Başka bir Paris gezisine artık 🙂

Bol metro bileti, rahat ayakkabılar, çantada daima birkaç sandviç, yorgunluktan mızmızlanma noktasında dondurmacılar ile bir şehrin altını üstüne getirebiliyormuşuz iki çocukla. Bir mide bozma, bir ateş, bir de dudak patlatmaca ile vukuatsız tamamladık diyebiliriz. Zaman zaman haritaları onlara vermek, yön bulma oyunları oynamak, günün sonunda en sevdikleri anları konuşmak, kimi zaman hayretle etrafı izlemelerini izlemek ve bitmek bilmeyen sorulara cevap vermek; çocuklu yurt dışı seyahatinin özeti imiş meğer.

Not: İki haftalık turumuzun içinde Bretonya sahillerine ve kırlara da uzandık, sevgili arkadaşlarımızı ziyaret ettik. O da bir sonraki yazının konusu olsun.

genel, seyahat içinde yayınlandı | ile etiketlendi | 2 Yorum